Istanbul Superband plays Ömer Göksel
Tunçel Gülsoy

 


 

Sevgili arkadaşım Aycan Teztel bana yeni bir albüm yaptıklarını söylediği zaman çok sevinerek ne zaman yayınlanacağını sormuştum. Üç yıl önce İstanbul Jazz Festivali konserinde konuştuğumuzda sonbaharda albümü dinleyeceğimi umuyordum. Umuyordum diyorum çünkü o güne kadar hiçbir albümün haberini alışımla evimde dinleyişim arasında üç yıl olmamıştı. Bu sefer oldu. Ama sabreden derviş muradına erermiş hesabı gün geldi artık unuttuğum albüm elime geçti. Bir gece yarısı İstanbul Superband’in değerli saksofoncusu Yahya Dai eski atlı ulaklar hesabı motosikleti ile evime geldi ve sonunda üç yıldan beri süren bir kovalamaca da bitmiş oldu.

Bu albümün öyküsünün önemli bir parçası da Ömer Göksel. Geçtiğimiz üç sene boyunca albümle ilgili olarak kendisine her takıldığımda mütavazı bir gülümsemeyle neden geciktiklerini anlatan sessiz ve beyefendi bir insan.

Ömer Göksel 1988 Boğaziçi Üniversitesi’nden Kimya mühendisi olarak çıkmış başarılı bir iş adamı, önce çeşitli şirketlerde profesyonel yönetici olarak çalıştıktan sonra ablasıyla beraber bir şirket kurmuş ve halen dış ticaret üzerine faaliyet gösteriyor.

Bu görüntüye yakın binlerce Boğaziçili iş adamı olduğunu ben de biliyorum, ama bakın dananın kuyruğu nerede kopmuş, biraz sabırlı olun onu anlatalım:

Bu adam müzik seviyor, bigband tabir edilen bir jazz grubunu finanse ederek bir albüm yaptırmış, onlara daimi bir sponsor arıyor, ama daha da önemlisi desteklediği big band onun eserlerini çalıyor.

Ömer Göksel bir iş adamı ama o bu yönüyle farklı bir iş adamı.

TRT Caz Orkestrası’ndan başka Türkiye’de kurulmuş ve yaşayan tek bigband tabir ettiğimiz jazz orkestrası İstanbul Superband’in en yakın destekçisi ve albümlerinin sponsoru. Albümün öyküsünü ondan dinlemek istedim:

Aycan’la ben 1985 yılından beri arkadaşız, eşi Gülden’in abisi de Avusturya Lisesi’nden benim sınıf arkadaşım. Gülden ile de evlenince katmerli bir tanışıklığımız oldu. O dönemde Aycan bu bigband’i kurduğu zaman ortak bir arkadaş grubumuz vardı.Gülden’in arkadaşı olan Pınar Tamar o dönemde Efes Pilsen ile konserler düzenleyen ekipte idi. Bir dönem bu grup Beck’s Big Band adı altında Efes Pilsen için Beck’s birasının lansmanı için yapılan konserlerde çaldı. Bu konserlerin provalarında grubu yakından tanıma fırsatım oldu, fotoraf çektim, Aycan’ın gruba verdiği emeği gördüm. Gerçekten çok zor bir iş bu. Türkiye de müzisyenler bir gruba bağlanıp çalamıyorlar maalesef öyle bir imkân yok. Herkes aynı anda birkaç grupta birden çalıyor. Bir bigband’in normal standart kişi sayısı 17kişi.Günümüzün ekonomik şartlarında 17 kişiyi bir araya getirmek, toplamak, repertuarı seçmek o notaları çoğaltmak, onları her provaya taşımak, herkesin önüne koymak sonra tekrar gerisin geriye toplamak çok büyük emek istiyor. Fakat şunu da gördüm; en profesyonel müzisyen bile big band provalarına büyük bir heyecanla geliyordu. Böyle bir topluluğu diğer küçük jazz gruplarından ayıran bir farklı taraf var; burada herkes birbirini derinlemesine anlıyor. Grubun bel kemiğini ise nefesli sazlar oluşturuyor. Herkes amatör bir anlayışla çalıyor. Bir big band’in ortaya koyduğu sesin güzelliği ve derinliği başka hiç bir jazz grubunda olamaz. Bu big band o zamana kadar bazı konserlerde de çalmıştı ama sponsor olmadan bu kadar insanı bir arada tutmak çok zordu. O sırada Beck’s in sponsorluğu da bitmişti.Ben bu gruba bir şekilde yardımcı olmak istedim. Bazı kişisel çabalarla festivallerde çalmaya ve konser vermeye devam ettiler ama destek olmadan birlikteliklerini sürdürmeleri zor olacaktı. İnşallah hiç bir zaman dağılmazlar ama en azından bir hatıra olsun istedim ve bu grubun bir albüm yapmasına destek oldum. Bunu müzisyen arkadaşlarıma verilmiş bir hediye olarak da kabul edebilirsiniz.Kayıt  yapmak için birkaç gün stüdyoya gitmek gerekiyordu, çok büyük bir masraf değil, ama kayıt yapıp albüm halinde yayınlanınca hiç değilse elimizde bir hatıra kalır diye düşündüm.

Bir de çalınacak eserlerin telif hakları sorunu vardı, bu ödenmeden albümü yayınlamak ve radyolarda çalmak mümkün değil.Bir taraftan benim de uzun zamandır müzikle ilişiğim var. Müzik benim için bir boşalma ve kendini ifade etme vesilesi oluyor. Beste yapıyordum ve bunları albüm haline getirmeyi düşünüyordum. Böyle hazır bir grup da olunca bu ikisini nasıl bağdaştırabilirim diye düşündüm. Aycan’a düşüncelerimi söyledim ve yola çıktık. Aranjmanları önce Aycan’ın yapmasını istedim ama o da benim gibi mükemmeliyetçi bir insan olduğundan araştırdık ve Matt Harris’i bulduk.Matt Amerika’da Kaliforniya’daki müzik okullarından birinin jazz bölüm başkanı. İhtisası bigband üzerine aranjman yapma, onunla anlaştık. Bu iş benim için bir hobinin çok ötesinde bir uğraş oldu. Ülkemizin bir çok değerli müzisyeni bu projede yer aldı, hepsine teşekkür ederim.

Bunları teker teker saymak istiyorum.Levent Altındağ, Yahya Dai, Serdar Barçın ve Meriç Demirkol saksofon çaldılar. Trompetlerin başında Şenova Ülker var. Halil İbrahim Işık, Erkut Gökgöz onunla birlikte çalıyorlar. Aycan grubun kurucu şefi ama aynı zamanda şef tromboncusu. Onunla birlikte ise Gökay Gökşen, Doğan Aykon ve Eray Zikguş çalıyorlar. Serkan Özyılmaz ve bir parçada Gülden Teztel piyanodalar. Ben de keyboard çalıyorum. Gitar’da Ercüment Ateş, basta Eylem Pelit ve davulda Volkan Öktem var. Ayrıca Mehmet Akatay, Hamdi Akatay, Josi Levi ve Ernesto Herrera perküsyondalar.Bazı değerli müzisyenler de tek tek parçalarda bize eşlik ettiler. Fatih Erkoç, Ercan Irmak, Hüsnü Şenlendirici ve Ayşin Kiremitçi’ye de teşekkür ederim. Son olarak da Gülden Teztel’e eşlik eden yaylı sazalar grubu P&Strings’e teşekkür etmem gerekiyor.

Albümdeki 10 parçadan 9 tanesi Ömer’e ait ve ben onun telif hakları sorunu yüzünden kendi bestelerinin çalındığını söylemesini tevazu göstermesine yordum. Çünkü o gerçekten bir besteci ve bu yönünün öyküsü de ilginç. Tabi bir de bunca müzisyeni bir araya getirmek, sponsorları olmak ve albümlerinin gerçekleşmesine katkıda bulunmak var:

Ben henüz piyano çalmazken bile evimde bir piyano vardı. Onunla çocukluk günlerimde kendi kendime bir şeyler çıkarmaya başlamıştım. Yani müzikle ilgilendiğim ilk andan beri böyle bir beste yapmak hevesim vardı. Sonra dersler alıp bu işi ilerlettikçe müzikte beste yapma tarafı bende ağır bastı. Müziğe geç başladığım için o saatten sonra icracı olma yönünde gelişme imkanım yoktu ama gördüm ki anlatacağım, söyleyeceğim birşeyler var. Beste yapmak bu açıdan bir yoldu. Tevazu ise şuradan ileri geliyor. Bu grupta o kadar iyi müzisyenler var ki onların yanında benim kendimi müzisyen olarak tanımlamam doğru olmaz.

Ama doğru, bu albüme müzikal olarak da bir katkım var. Bu grupta her insan bir rolü üstleniyor. Benim de bir mühendis olarak bu müzisyen arkadaşlara katkı yapabileceğim bir avantajlı yönüm var. Biliyorsunuz, mühendis olarak bir probleme baktığım zaman kısa yoldan çözümü görebiliyorum. Organizasyon kabiliyetim var. Ve çok büyük bir müzisyen olmadığım için olayı tepeden görebiliyorum. Ben de grupta bu rolü üstlendim. Bu da benim avantajım oldu.Onlar birer müzisyen olarak olaylara baktıkları zaman çok daha derinini görüyorlar. Çok daha komplike düşünüyorlar. Hâlbuki bizim amacımız  kaliteli bir işi yaparak bunu olabildiğince çok insanla paylaşmak.. Bunun için de biraz daha basit düşünmek lazım. Benim buradaki rolüm bu oldu. Müzisyen arkadaşlarımı zaman zaman frenlerim. Örneğin bu albümde daha uzun olabilecekken soloları kısa tuttuk, çünkü bir dinleyici olarak ben çok uzun sololardan hoşlanmıyorum. Bazen öyle oluyor ki parçanın ortasına geliyorsunuz başını unutuyorsunuz bu neydi diye.

Albümün prodüktörlüğünü yaptım. Bu prodüktörlük kavramı yalnızca parayı koymayı değil, aynı zamanda konsepti de oluşturmayı gerektiriyor. Tabi bu konseptin oluşmasında Aycan’ın da çok önemli bir desteği oldu.

Konseptimiz Türk müzikleriyle bir bigband oluşturmak. Benim bestelerim, Türk müziği çalışmaları ve dünyada bunun bir başka örneği yok.

Geçmişte bu tarz çalışmalar oldu ama çoğu pilav üstü kuru fasulye gibi kaldı. Batı müziği ile Türk müziği hiç bir zaman tam olarak kaynaşmadı. Ve onun için gönül rahatlığıyla söylüyorum; bu sentezin güzel çalıştığı içiçe girdiği nadir çalışmalardan biri. Gerçekten iyi bir çalışma oldu yani. Bu albüm Türkiye’de yapılmış en kalabalık jazz albümü oldu.

Ayrıca dünyada Türk müziği ile böyle büyük bir jazz grubu ile çalınmış başka bir çalışma yok.

İşin üçüncü bir boyutu daha var. Bu albüm teknik açıdan en ileri kayıt teknolojileri ile yapıldı. Daha sonra mixleri en iyisi olsun diye tekrar tekrar yapıldı. Mastering’i de bu konuda dünya çapında bir adam olan ve kitap yazmış olan Bob Katz yaptı.

Sonuç olarak ortaya sadece Türkiye çapında değil dünya çapında özel bir çalışma çıktı.

Biz Ömer’le konuştuğumuz sırada albüm henüz piyasada satılmıyordu, bunun ne zaman gerçekleşeceğini ve albümün devamı olarak konserler yapılıp yapılmayacağını sordum:

Ben ilk aşamada bu albümü bastırarak yakın çevreme ve müzik İle ilgilenen insanlara dağıttım. Albümün satışına önümüzdeki sonbaharda başlayabiliriz. Satıştan beklediğimiz maddi bir şey yok. CD’yi çıkarmak bu aşamaya geldikten sonra çok kolay. Önemli olan buraya kadar olanını yapmaktı. Bundan sonra çok küçük bir yatırımla çıkarılabilir. Ben bu gruba manevi olarak, severek destek verdim. Albümde çalınan bestelerim hazırdı. Ama eğer bu big band’deki arkadaşlarımın big band formatında hazırlanmış besteleri olsaydı onları da severek desteklerdim. Bu şekilde bir format oluşturmuş olduk, ama yarın, birgün belki de başka bir müzisyenin bestelerini çalacağız. Bu şekilde bir seri olarak devam edelim istiyoruz.

Bir de şu var, gruba bir sponsor arıyoruz, öyle bir kişi veya kurum çıkarsa adlarını albüme yazarak onore edeceğiz. Onun için albümün yayınlanması biraz gecikti ama onun dışında hiç bir sıkıntımız yok.

Ömer Göksel’e gelecekle ilgili düşüncelerini, neler hayal ettiğini, ileride nasıl bir insan olmak istediğini sordum. Onun benimle paylaştığı şeyleri ben de sizinle paylaşıyorum.

Üniversite hayatımda genel olarak fena bir öğrenci değildim, sosyaldim. Müzik kulübü ile çok geniş bir ilişkim vardı. Tiyatro kulübünün bir oyununa müzikal yapmış ve oyun sırasında piyano çalmıştım.

İş açısından bakarsak şimdiki şirketime devam etmek istiyorum, güzel ve severek yaptığım bir işim var, böylesi herkese nasip olmuyor. Dış ticaret yapıyoruz, çeşitli ülkeler ile temasım var. Birçok kültürden insanlar tanıyoruz. Bu açıdan çok mutluyum işimle.

Sanat açısından derseniz de gene bu yaptığıma benzer işler yapmak istiyorum. Yani sanat değeri yüksek işler, belki para kazandırmayacak ama ileride yaşlandığım zaman arkama dönüp bakınca iyi ki yapmışız diyeceğimiz şeyler yapmak istiyorum.

Mesela bu grubun anahtar elemanları ile beraber bu büyüklükte veya daha küçük projeler yapmak istiyorum. Bunun için ortamım var. Evimde gayet profesyonel bir stüdyom var. Her türlü kayıt yapmak mümkün. Burada günün her saatinde çalışmak ve güzel tonlar aramak mümkün. Ruh halimiz o an uygun değilse de ertesi gün dönüp kaldığımız yerden devam edebiliriz.

Türkiye’de en çok eksikliğini duyduğumuz şeylerden biri de iyi ve güzel kayıt yapılmaması. Biz bu projede kaydımızın kalitesine çok özen gösterdik.

İleride İstanbul Superband’in diğer elemenlarının bestelerini çaldığımız albümlerimiz olacak.

Aycan Teztel, Levent Altındağ, Şenova Ülker, Yahya Dai, bunların her birisi Türkiye’nin önemli müzisyenleri. Bunların bestelerini çaldığımız bir seri oluşturabiliriz. Bunlar değerli insanlar ve her birinin kendi müziklerini ortaya koydukları albümlerinin olması gerekiyor.

Bizim Türk müzisyenleri olarak olarak çok önemli avantajlarımız var. Çok değişik ritmlerin melodilerin olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Amerikalı müzisyenler için durum çok zor. Müzik adına hemen hemen her şey yapılmış vaziyette. Yeni bir şey yapmaya çalışmak ise çok teknik oluyor. Müzisyen olmayanın algılayamayacağı sadece müzisyenlerin takdir edebileceği şeyler yapmak zorunda kalıyor. Yaptıkları şey atonal oluyor, aritmik oluyor ve dinlemesi zor oluyor.

Benim için ise orijinali yapabilmek çok önemli. Bu açıdan Türkiye’nin kaynakları çok geniş, ve özgün kalıcı şeyler yapmak mümkün.

İnsanın her zaman çalışıp kendini geliştirmesi lazım. Farklı şeyleri merak etmek lazım. Ben hiç bir konuda büyük bir uzman değilim ama bir çok değişik konu hakkında az da olsa bilgim var. Hatta azın ötesinde anladığım da söylenebilir.

Ben bunun avantajını hayatım boyunca çok gördüm. Ben yurtdışında da çok yaşadım ve gördüm ki medeni ülke diye öykündüğümüz bir çok ülkede insanlar bize göre çok daha köylüler. Bunu köylülerimize hakaret olarak söylemiyorum. Ama gördüm ki Avrupa’daki halkların birçoğu dar bir vizyonu olan, çevresindeki komşu ülkelerden başka birşey görmeyen insanlar. Bu yönleriyle köyüyle büyük şehirli arasında gidip gelen insanlar aslında.

Bunun dışında çok az sayıda akıllı insan var. Fakat işlerin yürütüldüğü büyük bir organizasyon kurmuşlar ve o sistem içerisinde her kez bir kaç vida sıkınca sistem yürüyor. Buna karşılık ben bir sistemde vida sıkmak yerine o sistemi anlamaya çalıştım. Geçmişte çalıştığım tüm iş yerlerinde tüm bölümlerde çalışarak o iş yerini tanıdım. Bu arada herkes de beni tanıdı.benim girdiğim çalıştığım her şirkette bütün departmanlar beni tanıdı.

Bundan sonra da müzikte icra eden değil, organize eden, fikir geliştirilen, ve teknik olarak masanın basında oturan kişi olarak uzmanlaşmaya çalışıyorum. Beste yapmaya devam edeceğim, o ayrı bir iş, ama enstrüman çalmak spor yapmak gibi bir şey, çok yoğun ve düzenli antrenman yapmayı gerektiriyor.

Her gün düzenli olarak enstrümanınızı çalışmanız lazım. Ben yaptığım her işin en iyisini yapmak istiyorum. İnsan daima en iyiye yönelmeli. Bunu başarabilirsiniz veya başaramazsınız ama her zaman en iyisini yapmak için çabalamak ve yapabildiğinizin en iyisini yapmak gerekiyor. Ben şu organizasyonun içinde en iyi yapabileceğim işi yapıyorum.

Çok önemli bir hayalimi gerçekleştirmiş oldum.

İstanbul Superband’in bundan sonra çıkacak ilk albümü ne zaman olur diye ise sakın sormayın. Tek diyebileceğim şey çok geç kalmadan olabilir.